30 Ocak 2011 Pazar

Arap dünyasındaki devrimler neyi deviriyor?

Geçtiğimiz günlerde Tunus’ta yaşanan “Yasemin devrimi”nden sonra bazı kimseler, eğri bir ağızla, “bu devrim Arap dünyasında uyanışa sebep olacak mı” diyerek aslında içlerinde arzuladıkları şeyi kendi tuzaklarına düşme pahasına ortaya attılar. Bu ifadenin birkaç boyutu var; bunların düşüncesine göre biz süper çağdaşlara karşılık Arap dünyasının büsbütün bir körlük içinde olduğu iddiasına ek olarak, Arap milletlerinde dışarıdan gelen bu “gaz”la daha fazla çalkalanmaya sebep olma arzusu ve bu arzuyu gerçekleştirirken farkında olmadıkları bir körlükle aslında kendi zihniyetlerine karşı çıkışı bu boyutların en önemlileri olarak sayabiliriz.

“Bizim çok çağdaş oluşumuza karşılık Arap dünyasının büsbütün körlük içinde oluşu” düşüncesini vurgulamak, tarihimizde hiç yabancı olmadığımız bir şeydir. Arap dünyası ile “bu devrim diğer Arap ülkelerinde de uyanışa sebep olacak” diyen zihniyetin işaret ettiği kendi çağdaşlığı arasında göze çarpan en önemli fark, “din ve devlet işlerinin ayrılması” yani laikliktir. Bu fark, benim yorumum değil, bu zihniyetin övündüğü, yani olduğunu iddia ettiği bir farktır. Ülkemizde bulanık ortamlardan faydalanmak için sürekli toz kaldıran kimselerin “laiklik elden gidiyor” veya “şeriat geliyor” diyerek milleti sürekli diken üstünde tutma çabaları bunun yeterli bir delilidir. Zaten diğer Arap ülkelerini isyana davet etme çabası da bundandır. Türkiye’den kazımak istedikleri bir düşünceye sahip olduklarını düşündükleri diğer ülkelerin bütün bütün isyan etmesi kadar büyük bir karmaşa onlar için bulunmaz bir nimettir. Geçerli hiçbir yönetim felsefesi sahibi olamayan ve zihinsel üretkenlikte sürekli sınıfta kalan bu kimselerin tutunabildikleri tek şeydir bu politika; “laiklik elden gidiyor, şeriat gelecek”. Dolayısıyla yıllardır, inanca karşı her zaman bir küçümseme, aşağılama ve fişleme, bu politikanın vazgeçilmez araçları olagelmiştir. Böylece anlıyoruz ki bu düşünceye göre ülkemizle bu söz konusu Arap dünyası arasındaki en gelişmişlik ve çağdaşlık farkı, dine olan bağlılıktır. Onlara göre Türkiye oldukça laik bir sistemi benimsemişken, Arap dünyası ülkeleri İslam’ı benimsemişler ve dolayısıyla da İslami yaşam tarzının getirdiği geriliklerle boğuşmaktadırlar. Biz ise ülke olarak İslam’ı sahiplenmekle birlikte gündelik yaşam dışına itme konusunda en başarılı ülkeyiz. Bu düşünceye göre bu bir başarıdır. Bir zamanlar Anadolu Üniversitesi rektörünün “keşke İslam Anadolu’ya hiç gelmeseydi” deyişinin gösterdiği gibi, İslam günlük hayattan ne kadar uzaklaştırılır ve ne kadar “kişisel bir hobi” haline dönüştürülürse, ülke o kadar çağdaşlaşacak ve insanlık o kadar yücelecektir. Türkiye günümüzde İslam dünyası içerisinde bunu gerçekten en çok “başarabilmiş” ülke olduğu için, diğer İslam ülkeleri ile (ki bu düşünce “İslam ülkeleri” ile “Arap ülkeleri” kavramlarını karıştıracak kadar anlayış, zekâ ve bilgi fakiridir) aramızdaki en göze çarpan fark, yani bizi çağdaş, onları ise gerici, cahil ve gelişmemiş yapan fark budur. Özetle bu düşünceye göre, İslam ülkelerinin uykuda yani kör olmasının sebebi, İslam’ı gündelik hayat düzeyinde benimsemiş olmalarıdır. Dikkat edelim, bahsettiğimiz şey, İslami yönetim biçimini benimsemiş olmaları veya rejimleri değil, bu ülkelerin halklarının İslam’ı kendi yaşantılarında benimseyişidir.

Bütün bu karmaşadan umulan ve aynı zamanda Türk milletine basın-yayın aracılığıyla da aşılanmaya çalışılan düşünce şudur: “Bakın biz İslam’ı hayatımızdan uzaklaştırmakla ne kadar haklıymışız, gördünüz mü sonunda Arap ülkelerinin de akılları başlarına geliyor, birer birer bundan kurtulmaya çalışıyorlar”. Aynı zamanda Tunus ve Mısır’da saltanata dönüşmüş kişi yönetimlerini İslami yaşam tarzı ve yönetim şekliyle bağdaştırmak da bu akımın ortaya attığı destekleyici savlardan biridir. Lübnan-İsrail savaşından sonra (2007) ülke olarak Lübnanlılara insani yardım göndermemiz karşısında “elin Arabına niye yardım ediyoruz” diye çıkışanların, şimdi bu gelişmeleri parlayan gözlerle izlemesinin ve görünüşte onları desteklemelerinin sebebinin herhalde gerçekten Arap halklarını önemsemekten kaynaklandığını düşünmüyoruz? Bu aynı zamanda Türk milletine bir gözdağıdır. Gerçekten çok ilginç bir düşünce ucuzluğu ve sayı olarak iki ile ölçülemeyecek bir riyakârlık ile karşı karşıyayız.

Bütün bu ciddi gelişmeler karşısında kimsenin sormadığı bir soru var; bu halklar, yani güncel durumda Tunus ve Mısır halkları neye karşı ayaklandılar? Bu sorunun sorulmuyor olması, sözünü ettiğimiz bu zihniyetin aşılama çalışmalarında başarılı olduğu ve Türkiye’de İslam’ı ne kadar yaşam dışına itmiş olduklarının bir göstergesidir. Çünkü çoğunluk, sorgulamadan Tunus ve Mısır halklarının “İslami yönetim biçimi”ne karşı çıktını zannediyor; zira aşılanan ve kendisiyle gözdağı verilen de budur.

Şu anda olayların ve düşüncelerin odağında olan ilk devrimin sahnelendiği Tunus’un, başörtüsünü önce “kamusal alan”da ve daha sonra sokakta dahi yasaklamaya kadar götüren bir hükümete karşı çıktıklarını kimse konuşmuyor. Onu takip eden Mısır’ın, siyasi olarak İsrail’in önemli müttefikleri arasında olmasının da özellikle dikkatlerden kaçmıyor. Peki “devrim”lerin bu iki ülkede olması bir tesadüf mü? Bu iki hükümetin özellikleri size bir yerden tanıdık geliyor mu? Yani şu “kamusal alan” yorumu, İsrail ile işbirliği vs?

Düşünce aşılama konusunda oldukça başarılı olmuş olan mevzu bahis düşünce tarzının, bunu kavram karmaşası yaratarak ve gerçekte kendi yanlışlarını, düşmanlık ettikleri düşünce sistemine atfederek okları oraya doğru çarpıtmakla yapabildiğini görüyoruz. Nitekim Tunus ve Mısır’da gerçekleşen ayaklanmalar zaten tam da bu düşünce tarzıyla savaşmak için ortaya çıkmıştır. Bizim ülkemizde ise bu “devrim”leri sahiplenenler, devrilen Tunus ve Mısır hükümetleri ile aynı siyasi eğilimdedirler. Türkiye, geçmiş yıllarda “bu millet bizim düşmanımızdır” sloganıyla veya “komünizm gelecekse onu da biz getiririz” sultasıyla siyasi saltanat kuran “demokrat”ları çokça gördü; şimdi gerçekten “uyanış”a geçen Arap halklarından bazılarının ayaklanmalarını sanki tam tersi bir ideolojiye sahipmiş gibi destekleyen ve fakat aynı zamanda içeriğini gizleyen de aynı “demokrat” ve cumhuriyetçi(!) düşüncenin uzantılarıdır. Özetle bugün Tunus’ta ve Mısır’da, “milli şef”lere ve onların düşüncelerine karşı bir devrim yapılmıştır. Yalnız yapanlar bunun farkında değildir.